1 Nisan 2010 Perşembe

SON AÇILIM; STRATEJİK ORTAK KUNTA KİNTE!

SON AÇILIM; STRATEJİK ORTAK KUNTA KİNTE!

Sanırım 70’li yılların sonlarıydı, o dizi hepimizi zamanın tek kanallı siyah beyaz televizyonunda ekran başına kilitlemişti adeta, Müslüman Afrikalı bir çocuğu zamanımızın AB ve ABD’sinin o devrin İngilizlerinin Amerikan kolonilerinde nasıl köle yapıp eziyet ettiklerini büyük bir tepki ve dayanışma duygusu içerisinde izliyorduk. Hele inancı gereği küçük Kunta’nın domuz etini ve kendisine takılmak istenen Hıristiyan adını ret edişini, buna karşı uğradığı işkenceleri ve o yılmaz azmini, hürriyet duygusunu büyük bir üzüntü içerisinde takip ediyorduk. Bu dizi Osmanlı Türk-İslam Dünyası’nın hoş görüsünün ve Afrika’ya götürdüğü medeniyetin ve karşılığında batılıların barbar ve sömürücü yüzünün adeta bir timsali olmuştu bizler için.


Aradan on yıllar geçti ve bir gün ülkemizde eski devrin köleci devletinin CIA’si tarafından yetiştirilen sözde İslamcı Hikmetyarın dizinin dibinden yetişiveren genç bir yeni Kunta Kinte başımıza geliverdi. Ama bu yeni Kinte’nin hikâyesi hiç bizim bildiğimizinkine benzemiyordu, bizimki aç sefil yiyeceği ve giyeceği zor bulan, işkence gören bir gariban köle iken yeni sürümü Binbir Gece Masalları ve Alaeddin’in Sihirli Lambası karışımından türeyivermişti sanki. Hikmetyarın dizinin dibinde yeşeren bu fidan önceleri yokluk içerisinde sıkıntılarla boğuşurken ve Türkiye’de örneği görülmeyen bordrolu il başkanı olduğu söylentileri ile ortalık çalkalanırken on-onbeş yıl içerisinde sihirli halılara binip uçarak etrafı çevrili köşklere kuruluvermiş, sihirli lamba cininin marifetleri sayesinde de dünya servet şampiyonları arasında yerini alıvermişti.

Bizim Kunta Kinte kaçmasın diye etrafı yüksek duvarlarla çevrilerek hapsedilirken, yenisi bir konuşmada anlatıldığı gibi yoksulluk mintanını sıyırıyor, sihirli yüzük cininin getirdiği ipek gömleklere bürünüp sakalını kesiyor, sihirli lamba cininin yaptığı etrafı çevrili kimsenin giremeyeceği havuzlu köşklere halısı ile konuveriyor ve Ortadoğu Sultanı oluyordu. Bizim eski Kunta Kinte’nin çocukları köle olup daha ana kucağındayken satılırken, bununkiler Allah’ın “Yürü Ya Kulum” dediği şanslılar arasına katılıyor, lamba cininin getirttiği tepsi tepsi altınlarla safahata boğuluyor, ülke havayollarının onlar için yeni sefer noktası bile açtığı nadide uluslararası iş adamı kimliğine bürünüyorlardı. Biz ise milletçe hala Binbir Gece Masalları ile uyutulduğumuzu bir türlü anlayıp uyanamıyorduk.


Bu arada yeni Sultan Kunta Kinte ABD’nin İslam Ülkelerinin sınırlarını değiştiren, ülkemizi bölen Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanıydı, eskisi köleliğe karşı mücadele ederken yenisi Sömürgeci Hıristiyan Dünyası adına mücadele veriyor, Papalardan aferin alıyordu, tabii ki burada en önemli görevi de Türkiye’yi Türk Dünyasından koparmak, Azeri kardeşleri ile düşman etmek, Ermeni soykırımcılarla, Rum EOKACI katillerle, terörist başları ile, aşiret reisleri ile ve Kandil Koordinatörleri ile kucaklaşmaktı. Bu amaçla işsizlik, açlık, dış ticaret açığı, eksi büyüme, Türk Milletinin varlıklarını satış, tarımsal eksi bakiye rekorlarının yanına bir de “Açılım” şampiyonluklarını ekleyivermiş, dünyadaki tek hem zulüm eden hem de mağdur olmuştu.

İlk açılımda terörist canilerle Habur’da kucaklaştı, şehit kanına doymayan teröristlerin zafer işaretleri ile halay çektiği kendi deyimi ile o coşkulu, güzel umut verici görüntüler arasında Türk tarihinde bir ilk olarak teröristlere çadır mahkemeleri ayarlandı. Daha sonra terörist başı benim yol haritamı AKP daha iyi anladı ve uyguluyor diyerek kendi uzantılarını bile eleştirmekten çekinmedi. Bu açılımdan sonra Ermeni Açılımı geldi. İşgalci Ermeni katiller ile ağa babaların nezaretinde protokoller imzalandı, kucaklaşıldı. Bizim Kunta 26-27 Şubat günlerinde öz be öz Azeri Türk kardeşlerimizin Hocalı da çoluk çocuk denmeden katledildiğine ilişkin en ufak bir söz etmeden Dışişleri Bakanı’nı bu katillerin, işgalcilerin amcası Ermeni Başkanına gönderdi. Ama bu arada Ermeni Anayasa Mahkemesinin kendini ters köşeye yatırıp attığı goller ile ağzı açık kaldı.

Eski Hocası onun için bu dersten kaçtı, top oynamaya gitti onun için böyle oldu derken, yeni Kunta safahatın getirdiği hantallık ile top oynamayı bile beceremiyor, ters köşeden goller yiyordu. Bu arada Ermeni açılımına birde futbol kucaklaşması damga vurdu.Cumhurbaşkanı, Ermeni Kardeşlerimiz ile kucaklaştı, yan yana maç seyretti. Oysa birlikte maç seyrettiği kişi Türkleri katleden ve Türk topraklarını işgal edenlerin hamisi idi. Ama bunun önemi yoktu, onlar kendi anayasal şartları olarak Doğu Anadolu topraklarını istiyorlardı, katliamcılar mağduru oynayıp sahte soykırım söylemlerinin kabulünü istiyorlardı. Ama zulüm edenin mağdur’u oynadığı oyun AKP’ye hiç de yabancı olmadığı için mesele yoktu.

Komşularla sıfır sorun esastı, yani Rum’a Kıbrıs’ı, Yunan’a Egeyi, Ermeni’ye Doğu Anadolu’yu verivermenin ne sakıncası vardı? Sevr Türkiye’sinde Ankara civarında ki komşularla zaten problem olmayacaktı, gül gibi geçinip gidilecek, her şeye engel Atatürk ilke ve İnkılapları ortadan kaldırılacak, Türk Devleti sahte şeyhlerin hüküm sürdüğü uysal bir ümmet topluluğuna dönüştürülecek, rövanş alınacaktı.
Bu açılımlardan sonra duraksayan, soluklamak için ara veren politika birden bire eski asker kışlalarının özlemli bir uzantısı olarak karşımıza çıkıverdi, açılım açılım sesleri arasında birde bakıverdik ki bizim Kunta Roman kardeşlerimizi toplamış, seksen doksan nidaları arasında sorun olmayan yerde paket açıyor. Bunun neyin açılımı olduğunu kavrayamayan bizleri de ileride herhalde bilim adamları ve tarihçiler aydınlatacaktır.

Daha Roman açılımın gülleri solmadan birde bakıverdik ki eski hocanın dersinden kaçan başka bir öğrenci o ruh haleti içinde dış ziyareti öncesi buyuruvermiş: “Afrika ülkeleri (yani Kunta Kinte) bizim stratejik ortağımızdır”. Yerli Kunta Kinte’mizden esinlenerek yapılıveren bu diploması harikası hamle ve literatüre geçecek şaheser düşünce içerisinde gelişmeler Türk Milletinin başındakilerin bilgi düzeyi ve teslimiyet politikaları açısından makûs talihi ile ne yazık ki bir kez daha yüzleşmesine sahne olmaktadır. Ülkemiz ne yazık ki kullandıkları kelimelerin, kulakların üflenen sözcüklerin anlamını bilmeyen, ama en acısı zahmet edip araştırmayan işbirlikçi bir zihniyetin idaresi altında bulunmakta, Türkiye ve Türk Dünyası birbirinden uzaklaştırılmakta, parçalanma ve Türklük bilincinden arındırılmaya doğru sürüklenmektedir.


Bu noktadan itibaren hoş anlatımlı hikâyelerin bir tarafa bırakılarak Türkiye’nin içersinde bulunduğu açmazın, düşürüldüğü acı durumun ele alınması ve halkımıza bu cahiliyet oyununun bütün arka planı ile birlikte anlatılması gerekmektedir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın çıktığı son dış gezisi öncesi Afrika bizim stratejik ortağımız olarak ilan ediliverdi, sömürgecilikten kurtuluş yolunda tarihlerinde yol gösterici olduğumuz, bağımsızlıkları bugün için bile hala tartışmalı olan yoksul Afrika ülkeleri birden bire Türkiye’nin stratejik ortağı oluvermişlerdi. Peki, öylesine söyleniveren bu sözcük ne anlam ifade ediyordu, acaba daha önce bilinmeden kulağa fısıldanıp sarf edilen faşizm sözcüğünün öylesine kullanılması ile benzeşen bu ifadenin arkasında ne gizliydi? Kelime anlamı itibariyle bakarsak birbirleriyle siyasi, ekonomik ve askeri anlamda çok sıkı çıkar ilişkileri bulunan, ilgi alanları ve menfaatleri her alanda örtüşen ülkelere “Stratejik Ortak” denir ve bunun dünyada sadece bir örneği vardır, ABD ve İsrail.

Yoksa politikacılarımızın ikide bir söylediği gibi Türkiye, ABD'nin stratejik ortağı falan değildir. Sadece bazı alanlarda aramızda yakın işbirliği vardır, ABD’nin AB ile olduğu gibi. Ancak son Irak örneğinde ortaya çıkan gelişmeler ve ülkemizin maruz kaldığı terörist saldırılar bağlamında bakıldığında ABD, Türkiye’nin stratejik ortağı olmadığı gibi ülkemiz ABD politikalarından zarar görür hale gelmiştir. Ortaklık eş güçler ve birbirine yakın dengelere sahip devletler arasında olabilir. Ayrıca Türkiye’nin şimdi ki AKP İktidarınca Talat üzerinden onca hevesle Rum’a veriverilmek istenen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinden başka, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında uzaklaştırıldığımız Azerbaycan ve diğer Türk Devletleri dışında stratejik ortağının olması mümkün değildir.

AKP İktidarı ve Sayın Başbakan Türk Kelimesini, Türk Devleti kavramlarını anmak bir tarafa bunlardan köşe bucak kaçmaktadırlar, Türk Dünyası onlar için en ufak bir şey ifade etmemektedir. Stratejik ortaklık şu şekilde tariflenmektedir;

Öncelikle beş konuda paylaşım gereklidir:

1. Enformasyon,
2. Tamamlayıcı kaynaklar,
3. Ölçek ekonomisi,
4. Uluslararası genişleme,
5. Ortak Değer Yargıları ve Kader Birliği.

Peki, biz ABD ile veya Afrika ülkeleri ile hangi konuda paylaşımı istiyoruz veya amaçlıyoruz? Kader biriliğimiz, ortak değer yargılarımız nerededir? Ayrıca stratejik ortaklığı yönetmek için sistematik olunması gerekmektedir. Acaba ülkemizin Afrika ülkeleri ile stratejik ortaklığı sahte şeyh şürekâsı tarafından İstiklal Marşımız ezberletilen gariban yabancı çocuklar üzerinden mi gerçekleşecektir? Yoksa bu maskeler altında esirler dünyasında bağımsızlığın timsali Türk Milletinin imajından faydalanılarak Amerikan çıkarlarına, Yahudi Lobisi öngörülerine ve CIA Projelerine hizmet mi edilmektedir?

Diğer yandan;

1. İlişkinin güzergâhı hazırlanmalı,
2. Çok iyi düşünülmüş bir iletişim planı yapılmalı,
3. Hangi sıklıkta bir araya gelineceği takvime bağlanmalı,
4. Bir yol haritası hazırlanmalıdır.

Bunların hiçbiri ortada yoktur. Ayrıca stratejik ortaklığın kurulması zor ve uzun bir süreçtir. Ancak bu zorluk aşıldıktan sonra bazı kazanımlardan söz etmek mümkündür. Avrupa ülkelerinin ve ABD’nin kendi kontrollerinde bulunan Afrika ülkelerini bizim gibi sömürgecilik karşısında bağımsızlığın abidesi olmuş bir devletle stratejik ortaklıklarına müsaade edeceklerine inanmak için herhalde gezilerde gördüğümüz okullarda birinci sınıf öğrencisi olmak gerekmektedir. Bu noktada birden bire stratejik ortağımız oluveren bu yoksul ülkelerin ekonomik ve siyasi durumları nasıldır? İlişkilerimiz ne düzeydedir ona bakmak gereklidir. Yeni stratejik ortaklarımızı ilk gezinin yapıldığı Tanzanya’dan tanımaya başlayalım;

Tanzanya 1964 yılında bağımsızlığını kazanmış eski bir İngiliz sömürgesidir, ortalama ömrün elli yıl olduğu yarı diktatörlük şeklinde Cumhuriyet’le yönetilmektedir, gayrı safi milli hâsılası kişi başına 400 dolar olan dünyanın en fakir ülkelerinden biridir. Türkiye bu gariban ülkeden 14 milyon dolar civarında bir ithalat yapmış, elli iki milyon dolar tutarında da ihracat yapmıştır, dış ticaret ilişkimiz açısından sıralamaya bile girmesi mümkün değildir.

Senegal, eski Fransız Sömürgesi, 1960 yılında bağımsızlığına kavuştu, başkanlık tipi demokrasi, ortalama insan ömrü 58 yıl, gayrı safi milli hâsılası kişi başına 900 dolar, nispeten zengin ve tarım ürünlerinin getirdiği kısmi zenginlik, Türkiye ile dış ticareti önemsiz kategorisinde, bu ülkeye doksan milyon dolar tutarında mal satarken bir buçuk milyon dolar tutarında ithalat yapmış bulunmaktayız.

Gündemdeki güncel ülkelere gelince;

Kongo Demokratik Cumhuriyeti, eski Belçika sömürgesi. Bağımsızlık tarihi 1960, iç savaşın pençesinde, diktatörlükle yönetilmekte, herhalde hükümetimizce burada da demokratik açılım planlanıyor. Gayrı safi milli hâsılası kişi başına yaklaşık 400 dolar, ortalama insan ömrü 49 yıl. Dünyanın en fakir ülkelerinden bir tanesi, ülkemize geçen yıl buradan sadece 500 bin dolarlık mal satılmış, karşılığında ise 4 milyon altı yüz bin dolar civarında bir ihracat yapılmıştır. Verilerin istatistikî açıdan bile önemi bulunmamakta.

Kamerun, eski Fransız ve İngiliz Sömürgesi, 1960 yılında bağımsızlığına kavuştu, nispeten demokratik bir ülke, gayrı safi milli hâsılası kişi başına yaklaşık 775 dolar, ortalama insan ömrü 51 yıl. Dış ticaret rakamlarımız yirmi bir milyon dolar ihracat, ithalat otuz dört milyon dolar düzeyindedir. Ülkemizde kullanılan tropik ağaçların başlıca kaynağı bu ülkedir, o bakımdan rakamlar biraz yüksektir.

Bunların dışında bu gezi kapsamında bir de Sayın Cumhurbaşkanımızı kabul etmeyen, randevu vermeyen, ziyaret talebini reddeden iki ülke vardır. Bu durum Türk dış politikası ve saygınlığımız açısından AKP’nin sebebiyet verdiği ibret verici tabloya işaret etmektedir. Türkiye ile stratejik ortaklığı baştan silen bu devletler Kongo Cumhuriyeti (eski Fransız Sömürgesi, o nedenle ayrı bir devlettir, bağımsızlık tarihi 1960) ve Gana’dır (eski İngiliz Sömürgesi, bağımsızlık tarihi 1957). Cumhurbaşkanımızı kabul etmeyen bu iki ülkenin diğerlerine nazaran ortak özelliği gelişmişlik ve parlamenter demokrasinin nispeten daha iyi işlediği devletler olmalarıdır. Acaba bu ülkeler gerçek niyetler konusunda kuşkuya mı düşmüşlerdir? Hedefler konusunda uyanmışlar mıdır? Bunu tarih bize ilerleyen zaman içerisinde gösterecektir.

Öte yandan Afrika Kıtasında ki gezilerin tamamında dikkat çekecek şekilde okul ziyaretleri ana ortak paydayı oluşturmaktadır. Geziler bir noktada örtüşmektedir, İstiklal Marşımızı ezbere söyleyen ve Türkçe şarkıları okuyan gariban Afrikalı Çocuklar. Yabancı dil öğretmek ve kültürünüzü tanıtmak başka bir şeydir, İstiklal Marşınızı ezberletmek başka bir şeydir. Milli Marş bir millete ait, onun timsali olmuş, insanların ortak milli duygularını ifade ettikleri bir olgudur. İstanbul’da ki Amerikan Koleji’nin Türk Öğrencilerinin ziyarette bulunan ABD Başkanı karşısında hazır olda ezberden ABD Milli Marşını okumaları veya İngiltere Kraliçesi huzurunda İngiliz Milli Marşını söylemeleri Türk Milleti için ne derece utanç verici ise bu Afrikalı çocuklar içinde Türk Milli Marşını Cumhurbaşkanımız karşısında okumak o derece yüz kızartıcı olmalıdır. Asıl amacın gariban Afrikalı çocuklara yabancı lisan öğretmek, bu arada kültürümüzü tanıtmak olması gerekirken, gizli amaçları perdelemek, iç kamuoyunu kandırmak için İstiklal Marşımızı ezberletmek, huzurda hazır olda okutmak, bunu övünç ve propaganda malzemesi yapmak madalyonun diğer yüzünü ortaya koymaktadır. Ayrıca işgalci Yunanlıların bile bayrağını yerden kaldıracak kadar başkalarının milli duygularına saygılı asil Türk’ün bu onurlu duruşu ayaklar altına alınmakta, değer yargılarımız hiçe sayılmaktadır. Türk İnsanının Amerikan ve Yahudi Lobisi hizmetkârı bir oluşumun gerçek emelleri konusunda uyanık ve bilinçli olması gereklidir. Diğer yandan yukarıda verilen açıklamalar ve veriler ışığında bu yoksul ülkelerle Türkiye’nin stratejik ortaklık kurmasından bahsetmenin sadece bir göz boyama olduğu, hedef saptırıcı nitelikte olduğu da ortaya çıkmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanı göreve geldiğinden beri eğer bilgiler yanıltmıyorsa 58 ülkeye bazıları mükerrer olmak üzere dış gezi düzenlemiştir. Başbakanınkileri ise saymada ve ayrıştırmada bilgisayarlar yetersiz kalmaktadır. Ancak her ikisinin de ortak özelliği Türk Dünyasından özellikle uzak durmalarıdır, Eski Alman Başbakanlarının içkinin su gibi aktığı doğun günü partilerine konuveren, Türk Düşmanı Papa Heykelleri altında antlaşmalar imzalayan, AB ve Avrupa yollarını adeta arşınlayan Başbakan Türkî Devletlerden uzak durmakta, Türk adını ağzına bile almamaktadır. Türkiye, Türk Kardeşlerinden koparılmış, Türk Dünyası Kurultayları katılımın olmadığı çöküş sürecine sürüklenmiş, gariban Kunta Kinte’nin kaderinden Türk Milletine stratejik ortaklık masalı adı altında kefen biçilmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanının düzenlediği 58 ülkeyi kapsayan dış geziler kapsamında sözde Ermeni Soykırımı Tasarıcısı Fransa dört kere, ABD iki kere yer almış, soykırımcı ve işgalci Ermeni Cumhurbaşkanı hem ziyaret edilip, hem ağırlanmış, onunla kol kola maç seyredilmiştir. Ancak bütün bu programlar kapsamında ziyaret listesinde KKTC, Türkmenistan, Kazakistan, Tacikistan sadece bir kere, Azerbaycan ve Kazakistan iki kere ziyaret edilmiştir. Türk’ün öz be öz ata yurdu, Türk Dünyasının İncisi Semerkant ve Buhara kentlerinin bulunduğu Özbekistan’a ise hiç gidilmemiş, Rusya Federasyonu bünyesinde bulunan özerk Türk Cumhuriyet ve Bölgeleri es geçilmiştir. Ermeni Başkanı ile biraya gelinirken Özbekistan’a hiç uğranılmamasının, Türk Devletlerinin ihmal edilmesinin tek izahı vardır, o da yukarıda açıklanmıştır. Ayrıca acaba Özbekistan hangi tehlikeyi görerek, hissederek kimleri ve neyi kabul etmemiş veya sınır dışı etmiştir?

Türkiye’den aldığı ışıkla canlanan Ata yurdumuza reva görülen bu muamelenin izahı mümkün müdür? Sovyetlerin çöküşü ile büyük bir coşku ile kucaklaştığımız bize ufuklar açan Türk Dünyasından ne oldu da uzaklaşıyoruz, Kunta Kinte Masalları içerisinde kendimize Afrika’nın gariban ülkelerinde stratejik ortak arıyoruz? Acaba bütün bunların hedefi, Türk Milleti ile Atatürk’ün özellikle geri kalmış sömürge ülkelerde bağımsızlığın ve egemenliğin timsali olmuş büyük resminin arkasına saklanarak Yahudi Lobisi ve CIA güdümlü uzantıların ABD ile AB çıkarlarına hizmet ederek, Türk ve İslam Dünyasını Büyük Ortadoğu Projesine paralel başka bir yoldan ve arkadan kuşatmak mıdır?

Sonuç olarak özetlersek; Azeri kardeşlerimizin soykırıma uğratıldıkları, topraklarının işgal edildiği, sürgün edildikleri olaylarını görmezden gelen, Hocalı Katliamının adını dahi ağzına almayan, Türk kelimesinden uzak duran, Türk dünyasına sırtını dönen bu Ermeni sevdalısı, Rum aşığı AB ve ABD güdümlü politikaların tek amacı vardır, Türkiye’yi lider olacağı Türk Dünyasından koparmak, Kıbrıs’tan çıkarmak ve Sevr’e götürmek. Yani Afrika ülkelerinin stratejik ortağımız yapılacağı masalı, safahat içinde yüzen Ortadoğu sultanının Kunta Kinte olduğuna benzeyen aldatmacadan, kandırmadan başka bir şey değildir. Yüce Türk Milleti bir daha ki seçimlerde bu yalanlara, hezeyanlara dur diyecek müsebbibi teslimiyetçi ve işbirlikçi zihniyetten önce sandıkta hesap soracaktır.

O. Cem Kazmaz

30 Mart 2010 Salı

GARANTİLİ KAÇAK ÇAY














GARANTİLİ KAÇAK ÇAY

27.Mart.2010 Cumartesi günü Kutlu Vatan Toprağı Şanlıurfa Türk Milleti için adeta yeni bir uyanışı, yeni bir kucaklaşmayı simgeleyen çok özel bir olaya şahit oldu. On binlerce Şanlıurfalı;

Verilecek Toprağımız,
Paylaşılacak Vatanımız,
Bölünecek Devletimiz,
İndirilecek Bayrağımız YOKTUR

Söylemleri ile büyük bir coşku içerisinde biz AKP’nin teslimiyetçi politikalarını ret ediyoruz, bizim Türk Milleti’ni otuz altıya bölen Başbakan’ın işbirlikçi çözülme projeleri ile işimiz olamaz haykırışları ile Milliyetçi Hareket Partisi’ nin “Bin Yıllık Kardeşliği Yaşa ve Yaşat” açık hava toplantısına Sayın Dr. Devlet Bahçeli’yi dinlemeye koştu. Genel Başkanımızın konuşmaları ile Şanlıurfalılar adeta işgalci İngilizleri, Fransızları kovdukları ikinci bir 11.Nisan.1920 gününün ruh haletini yaşar gibiydiler. Şanlıurfa’nın Topçu Meydanı doğulusu ile batılısı ile kuzeylisi ile güneylisi ile Türk Milleti’nin MHP ve onun Genel Başkanı ile kucaklaşmasına ve AKP’nin Habur’da teröristlere kurduğu çadır mahkemeli, eli kanlı katillerin ayağına gönderilen müsteşarlı, kandil Koordineli, İmralı imzalı, okyanus öteli idareli bölme ve parçalama politikalarına indirilen bir şamara şahit oldu.

Bütün bu coşkuyu yaşayan bizlerin ise ister istemez fırsat bulduğumuz ortamda Rizeli olarak gözlerimiz Şanlıurfa’nın çarşısında yaşanan çayımız ile ilgili bazı üzücü olaylara takılmaktan edemedi. AKP’nin kendi öz değerlerimize sahip çıkmamasının ve memleketi getirdiği işsizlik ve açlık sınırının bir tezahürü olarak Rizeli Vekillerin de başını çektiği ortamda damak tadı değiştirilen, domuz kanı ve kimyasal madde bile içerdiği söylenen yabancı çaylara yöre insanının ve onların ticaretinin nasıl mahkûm edildiğini gözleme fırsatı bulduk. Çarşı ve pazarlar kaçak çaydan geçilmiyor, devletin hava meydanlarında bile, yani resmi kuruluşlarca bile insanlara kaçak çay ikram ediliyordu. Katkısız, doğal Rize Çayı ile tanıştırılmayan, kaçak çay ile mücadele edilmeyen yörede AKP, Rizeli Konsey Başkanı Vekil ve Rize Ticaret Borsasının Çay Kanunu Taslağı ile amaçladıkları olay her yönü ile yaşanmaktaydı. Damak tadı değiştirilen insanımız kimyasal madde içeren çayların bağımlısı olmuş durumdaydı ve kaçak çaylar tamamı ile piyasaya hâkimdi. Hatta resimlerde bile görüldüğü üzere kaçak çaylara “garanti” veriliyordu. Yani türlü şekilde katkılı oldukları söylenen kaçak çaylar garantiliydi ve devletin resmi organları buna seyirci kalıyordu!

Acaba Rizeli Vekillerimizin ve Gümrüklerden sorumlu Devlet Bakanımızın bizi AB uyun sürecinde ÇAYKUR’a yer yok, özelleşmeli masalları içerisinde uyuttukları ortamda herhangi bir AB Üyesi Ülkede, örneğin Almanya’da veya Fransa’da çarşıda “Garantili Kaçak Çay” etiketi ile mallar sergiye konulursa o satıcının, oradan sorumlu Kamu Görevlilerinin başına ne gelir? Neler olur? Bizde ise teşekkür alacakları kesin olmakla beraber bu konuda ki değerlendirmeyi Doğu Karadeniz insanı sandıkta yapacaktır.

Diğer yandan Türk Milleti’nin öz değeri olan Rize Çayını korumayan, kaçak çayla mücadele etmeyip adeta teşvik eden, üreticinin teminatı ÇAYKUR’u ortadan kaldırarak ithal çaylar ile piyasayı ele geçirip tatlı kar peşinde koşan AKP’yi, Vekillerini ve Ticaret Borsasını Rize Halkı unutmayacak ve bir daha ki seçimde gereken cevabı verecektir. Ayrıca bütün bunların dışında Rize Çayına ihanet edenler, Rize Günlerinde bile ithal çay sergilemekten kaçınmayanlar, bunu kınamaktan kaçınan organizasyon komitesi başkanları herkes tarafından teşhis ve teşhir edilmeli, onların bir milyonu aşkın Türk Evladının ekmeği ile oynayan bu davranışlarının torunlarımız tarafından bile unutulmaması sağlanmalıdır.

O. Cem Kazmaz

26 Mart 2010 Cuma

Bilgilendirme



Sayın yetkili,

Milliyetçi Hareket Partisi’ nin“Bin Yıllık Kardeşliği Yaşa ve Yaşat” Açık Hava Toplantılarının ikincisi Kutlu Vatan Toprağı Şanlıurfa’da 27 Mart Cumartesi günü Saat:13.00'de gerçekleşecektir.

Verilecek Toprağımız,
Paylaşılacak Vatanımız,
Bölünecek Devletimiz,
İndirilecek Bayrağımız YOKTUR


Milliyetçi Hareket Partisi'nin doğu bölgemizde gerçekleştireceği bu dev mitingin haberini siz değerli basınımızın ilginize

Ve değerlendirmelerinize sunuyoruz.

Saygılarımızla,

O. Cem Kazmaz

21 Mart 2010 Pazar

RİZE GÜNLERİ, İTHAL ÇAY VE DUBAİ BAĞLANTISI



RİZE GÜNLERİ, İTHAL ÇAY VE DUBAİ BAĞLANTISI

Rizeli hemşerilerimizce dikkatle takip edilen ve buzdolabına kaldırıldığı söylenen ÇAYKUR’u ve Türk Çayını ortadan kaldırmaya yönelik tasarının başta Vekilleri olmak üzere mimarlarının Ankara’da düzenlenen ve Rizeli Hemşerilerini onurlandırdıkları ithal çay sergileme olayından sonra ayaklarının tozu ile “Türk çaycılığını başarı ile temsil ettikleri” Dubai Çay Forumuna katıldıkları haberleri basınımızda yoğun bir şekilde yer almaktadır. Ancak bu kişilerin Rize Çayı hakkında ki emelleri ve ithal çay konusunda ki zaafları bilindiği için bu başarılı gezinin bir arka planı olduğu kuşkusu ister istemez uyanmaktadır.

İlk önce ülkemizin böyle müstesna katılımcılarla başarı ile temsil edildiği Dünya Çay Forumunu kimin organize ettiğine bakmak gerekmektedir. Adı geçen forum ve tanıtım günleri Dubai’de Kurulu bulunan Kısa adı DTCC- Dubai Tea Trade Center yani Türkçe karşılığı ile Dubai Çay Ticaret Merkezi olan kuruluşça düzenlenmektedir. Peki, bu merkez nasıl bir yerdir ne yapar diyecek olursak, merkezin kendi verilerine müracaat etmeniz gerekmektedir. Uzun zamandan beri gerek Çin, gerekse uzak doğu, Hindistan, Sri Lanka ve Afrika’nın bazı ülkelerinden mallar toptan ve toplu bir taşıma metodu ile Dubai’de kurulu serbest bölgelere getirilmekte ve burada ulaşacakları uç ülkelerin temsilcileri ile buluşarak ihraç edilmektedirler. Bu hem taşıma da bir lojistik avantajı ile tasarruf getirmekte hem de farklı menşeli ürünlerin bir noktada toplanması ile çeşitlik sayesinde tek noktada çoklu ticaret imkânı sağlamaktadır. Dubai Çay Ticaret Merkezi kurulduğu 2005 yılından beri artan kapasiteyle hizmet vermektedir ve kendi verilerine göre 2009 yılında 7,5 milyon kilo çayın burada doğrudan ticareti yapılmıştır.

Bu merkezde Kenya, Hindistan, Sri Lanka, Endonezya, Malawi, Ruanda, Tanzanya, Zimbabwe, Etiyopya, Vietnam, Nepal, Çin ve İran’ın arasında bulunduğu on üç ülkenin borsaları temsil edilmekte ve bu üretici ülke kaynaklı çaylar satılmak üzere Dubai Serbest Bölgesine gönderilmektedirler. Merkezin raporuna göre başta Körfez Ülkeleri, Rusya, Irak, Ürdün, Mısır, Libya, Fas, Cezayir, Avrupa Devletleri olmak üzere gıda ithalatçısı ülkeler buralardan diğer ürünlerle beraber alım yapmaktadırlar. Serbest bölge öncelikle ulaşamadığı diğer Avrupa Devletleri, Ortadoğu ve Türkiye’ye açılmak istemektedir. Yani buradan bize çay satılmak istenmektedir.

Peki, kuru çay fiyatının ortalama kilogram başına 2,00.- ABD-$ civarında bulunduğu bu merkeze bizim değerli Vekillerimiz, üstün meziyetli Ticaret Borsası yetkililerimiz kendilerinin kilogramını yaklaşık 4,50–5,00 ABD-$ düzeyinde mal ettikleri Türk Çayını hangi sihir ve keramet ile ihraç etmeyi planlamaktadırlar? Ülkemize ihracatta nasıl önemli bir kazanç sağlamayı düşünmektedirler? Bu arada Rize’den olmayan bir ticaret rotası üzerinden tersine Dubai’ye çay nâkilini de dâhiyane bir şekilde düşünmektedirler.

Bunun üç yolu vardır, ya “One Minute” coşkusu içerisinde Arap Dünyası sultanlarının memleketinin çayını sahip çıkarak bunu kendi maliyetlerinin iki buçuk katı bir bedelle satın alacaktır, ya Türk İnsanı diğer üretici ülkelerde olduğu gibi yarı köle düzeninde çalıştırılarak maliyet düşürülecektir, ya da arada ki farkı Rize’mizi ve Türk Yaş Çay Müstahsillerini çok seven bu zatı muhteremler ceplerinden karşılayacaklardır. Kunta Kinte’nin Ortadoğu Sultanlığına yükseldiği hikayesi ne kadar inandırıcı ise bunlar da o kadar gerçektir.

Ticaretten az çok anlayan, biraz matematik bilen herkesin göreceği üzere bu dünya çay piyasası konjonktüründe Rize Çayı’nın gurbetçilerimizin istekleri veya özel talepler dışında herhangi bir ihracat şansı yoktur. Yapılması gereken sadece bazı Rize’yi gerçekten seven iş adamları örneğinde olduğu gibi gelişmiş ülkelerin tüketicilerine yönelik fiyatın önem taşımadığı ortamda özel organik çay üretimine, tanıtılmasına ve ihracatına ağırlık verilmesidir. Türk Çayı ancak kendi tüketimimizi karşılayacak düzeydedir ve bunun sağlanması, Türk Çaycılığı’nın korunması ve geliştirilmesi gerekmektedir. Buna yönelik olarak on gün önce MHP Grubunca TBMM Başkanlığı’na Kanun Teklifi ve Araştırma Önergesi sunulmuş, on iki maddelik bir çözüm planı basına açıklanmıştır.

Peki Ankara’da 04-07.Mart tarihlerinde düzenlenen “Çayın Başkenti Başkentte” adlı tanıtım günlerinde ithal çaylarını veya harmanlı çaylarını sergileyen ve bunun üzerine ayaklarının tozu ile soluğu yaş çay müstahsillerinin oluşturdukları bütçeler ile Dubai’de alan bu değerli Başkanların;
DÜNYA ÇAY FORUMUNA VURDUKLARI ‘TÜRKİYE’ DAMGASI” ’nın
arkasında ne vardır? Bu çok açıktır, Türk Halkının teğet geçen kriz söylemleri, sözde artan ihracat rakamları ile kandırılması örneğinde olduğu gibi “Çay İhracattı bize önemli kazanç sağlayacaktır” masalları ile Rizeliyi kandırmak, Çay Kanunu Tasarısını geçirmek ve başladıkları ithal çaylarla harmanlı ürünleri ile damak tadımızı değiştirerek Rize çayını ortadan kaldırıp ithal ürünlerle Türk Pazarı’nı ele geçirmektir. Dubai temaslarının da ucuz ithal çay temin olanaklarının araştırılıp, temsilcilik üstlenilip, Dubai Serbest Bölgesinden Türk Serbest Bölgelerine çay indirmekten öteye geçemeyeceği de ortaya çıkmaktadır. Ayrıca yukarıda ki cümleyi Rizelinin tersten okuyarak “çay ithalatı bize önemli kazanç sağlayacaktır” şeklinde ki gerçek anlamı ile algılaması gerekmektedir. Bunların dışında bir de sormak gereklidir, peki böyle iyi niyetliyseniz, Türk Çayını tanıtmak için onca eza ve cefaya katlanıyorsanız neden orada, dünya çaycılığının böyle önemli vitrininde Milli Markamız ve pazarın tartışılmaz değeri uzman kuruluş ÇAYKUR yok? Neden götürmediniz? Tanıtılacak Türk Çayının Markaları nerede? Cevap herhalde insanın et alacağı kasaba yanında kurbanlığı ile gitmeyeceği söyleminde gizlidir.
Öte yandan inayete eren vekilimizin söylemlerine, AKP İl Başkanlığı’nın açıklamalarına ve Sayın Başbakan’ın açık talimatına rağmen Dubai Gezisi sonrası ithal çayın getireceği tatlı kar ile gözlerin kamaştığı bir ortamda şöyle bir açıklama gelmektedir (haberden alıntı);
Daha sonra gazetecilerin sorularını yanıtlayan başkan çay kanunu taslağının Meclis'e götürülmeyeceği yönündeki açıklamaların hatırlatılması üzerine, şunları söyledi; Biz Çay Kanunu Taslağını hazırlamaya devam ediyoruz. Meclis'e götürülmeyeceği yönündeki açıklamalara kulak asmıyoruz. Bu çalışma Türk çayına değer katacak bir çalışmadır. Bu ay sonuna doğru yapacağımız toplantı ile taslağa son halini vereceğiz. Bu toplantıda, taslak hakkında görüş belirten tüm kurum ve kuruluşlarla da görüşeceğiz. Taslağa son halini verip Meclis'e göndereceğiz.''
Bu açıklama ışığında akla şu gelmektedir, bunlardan biri Rize Halkını kandırmakta, gerçekleri söylememektedir. Ama doğrusu hepsinin kandırdığıdır, olay danışıklı dövüştür. Gelen yoğun tepkiler üzerine Çay Kanunu Tasarısı hazır halde seçim sonuna kadar buzdolabında taze halde bekletilecek ve bundan sonra uygulamaya konularak Rize Çayı yok edilecektir. Ama hesaplamadıkları olay Türk İnsanının bu zihniyeti, ÇAYKUR’a ve Türk Çayına darbe planları ile birlikte sandığa gömeceğidir. Hiç heveslenmeyin, 1-2 dolara 7 numara döküntü, katkılı çay getirip, bunları tanıtım günlerinde sergilediğiniz gibi daldırma poşetlerinde kilogramı 20-25 TL’den, kuru çay harmanlarında 8-10 TL’den satarak bir milyon Türk İnsanının ekmeği pahasına çil çil dolarların cebinize akmasına imkan yoktur, bu halk bir daha kanmayacak ve önümüzde ki seçimde AKP’ye değil çayına oy verecektir.
Bu bağlamda bir konu dikkat çekmektedir. Rize Ürünlerinin tanıtıldığı ortamda ithal çaylarını veya ithal çay ile harmanlı çaylarını Rizeli ile adeta alay edercesine sergileyen bu zihniyete organizasyon komitesinden veya başkanından bu güne kadar en ufak bir kınama, olayı ret etme açıklamasının gelmemesidir. İnternet sitelerinde bu yönde en ufak bir bilgi notu bile bulunmamaktadır. Yoksa ithal çay lobisi bir takım yöre basınını sarmalına aldığı gibi kollarını buralara da mı uzatmıştır? Alternatifsiz değerimiz olan çayımıza inanmayanlarla, sahip çıkmayanlarla Rizelinin yola devam etmesi mümkün müdür?
Diğer yönden kanımızca ÇAYKUR’a ve Tarım Bakanlığı’na Milli Ürünümüzün ve Türk Tüketicisinin korunması için düzenleme yapılması yükümlülüğü getirilmiştir. Zira Rize Tanıtım günlerinde sergilenen ithal çaylara tepkilerini dile getiren yüzlerce, binlerce Türk insanı önemli bir konuya dikkat çekmektedir. Bu ithal çay ile harmanlı ürünlerin üzerinde çoğunlukla herhangi bir uyarı yazısı yer almamaktadır. Bu şirketler çayların üzerine doğrudan bir açıklama yazmadan imtina ederek minik, küçücük harflerle okunmayan yerde ki metinlerde sanki ithal çay katkısı ile Rize Çayın tadının ve kalitesinin artırıldığı sahte imajı ile “damak zevkiniz için Sri Lanka, Assam (Hint) ve Kenya Çayları ile harmanlanmıştır” ifadesine yer vermekte, Türk İnsanının damak tadının değiştirmeye yönelik amaçlarını açık etmektedirler. Bu nedenle ivedilikle tedbir alınmalı ve paketlerin üzerlerinde sadece küçücük harflerle yazılan Sri Lanka, Hint ve Kenya Çayı ile harmanlanma açıklamalarının sigara paketleri örneğinde olduğu gibi uyarıcı nitelikle ve büyük yazılmaları zorunluluğu hale getirilmeli ve bu ithal çayların ihtiva ettikleri kimyasal maddelerin muhteviyatına işaret edilmelidir. Bu şekilde Türk Tüketicisi korunmalı, insanımız Rize Çayı diye içirilen bu katkılı karışımlara karşı uyarılmalıdır.
O. Cem Kazmaz


















11 Mart 2010 Perşembe

MHP Grubunca Meclis Başkanlığına ÇAYKUR'un Özelleştirme Kapmasından Çıkarılması İçin Kanun Teklifi Verildi



Değerli Basın Mensupları,

AKP’nin yedi buçuk yılı aşan iktidarı döneminde ülkemizin yaşadığı ekonomik sıkıntılar içinden çıkılmaz boyutlara ulaşmış, en nihayetinde Türk İnsanı kırmızı ete hasret kalırken diğer taraftan Türk Çiftçisi açlığa mahkûm edilmiştir. Daha 1980’li yıllarda tarımsal ürünler açısından dünyanın kendi kendine yeten yedi ülkesinden biri olan, tarımsal dış ticareti sürekli fazlalık veren Türkiye’de AKP Hükümetinin üstün çabaları sonucu işin terse dönmesi ile tarımsal dış ticaret açığı 2007 yılında 916 milyon Dolara ve nihayetinde de 2008 yılında önceki döneme göre % 169oranında artarak 2 milyar 464 milyon Dolara çıkmıştır. Tarım sektörünün dışa bağımlılıkta getirildiği nokta AKP Hükümetinin kırdığı diğer tarihi cumhuriyet rekorları arasında yerini almıştır.

Türk Çiftçisi AKP Hükümetinin yanlış politikaları sonucu Zengin Anadolu Topraklarında karnını doyuramaz, ailesinin rızkını kazanamaz hale düşürülmüştür. Bütün bu karmaşa içerisinde bugün ne yazık ki Büyük Önder Atatürk ne dedi ise tam tersi yapılmaktadır; Atatürk1923 yılında yaptığı bir konuşmada “ Milletimiz çok büyük elemler, mağlubiyetler, facialar görmüştür. Bütün olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun temel sebebi şundandır.

Çünkü Türk Çiftçisi bir eliyle kılıcını kullanırken, diğer elinde ki sapanla topraktan ayrılmadı. Eğer Milletimizin büyük ekseriyeti çiftçi olmasaydı, biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık” demekte ve “milli ekonominin temeli ziraattır, Türk Köylüsünü Efendi yerine getirmedikçe memleket ve millet yükselemez” sözleri ile AB ve ABD’nin kendi çiftçilerine uyguladıkları desteğe işaret etmektedir. Anadolu coğrafyasında bulunan Türk Milleti’nin zirai üretim olmadan, tarımda kendi kendine yetmeden payidar olması mümkün değildir. AB ve ABD söylemleri ile yok edilecek tarımsal üretim ve ürün zenginliği sonucunda bağımlı hale gelecek ülkede yarın doğacak gıda ihtiyacının bedeli yoktur.

Bütün bu gerçeklere rağmen son günlerde ne yazık ki ortadan kaldırılma sırasının kısa adı ÇAYKUR olan Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü’ne geldiği gözlenmekte, AKP’li Rize Milletvekilinin başında bulunduğu Ulusal Çay Konseyi ile Rize Ticaret Borsasınca hazırlanan ve topluma takdim edilen Çay Kanunu Tasarısı ile sesiz sedasız bir şekilde bu kuruluşumuzun ortadan kaldırılmak, ithal çaylara kapı açılmak istendiği anlaşılmaktadır.

Cumhuriyetin kurulmasından sonra ülkenin içerisinde bulunduğu zor koşullar, işsizlik ve yoksuzluk nedeni ile Doğu Karadeniz Bölgesinde artan huzursuzluk üzerine TBMM’de 6.Şubat.1924 kabul edilen Kanun ile ülkemizde çay tarımı başlatılmıştır. Bu düzenleme ile Doğu Karadeniz Bölgesinde kendi kendine yetecek bir ekonomi oluşturması, yörenin kalkınmasının sağlanması amaçlanmıştır.

Doğu Karadeniz Bölgesinde yetiştirilen çay ekonomiksel boyutundan ziyade sosyal boyutunun ön planda tutulması gereken stratejik bir ürün niteliğindedir. Daha Cumhuriyetin ilk yıllarında yokluk içerisinde ki ülkemizde kısıtlı imkânlara rağmen çay tarımı desteklenmiştir.

Ancak bugün çok uluslu şirketlerin hükmü altında bulunan Sri Lanka, Hindistan ve Kenya gibi yoksul ülke menşeli ucuz ithal çaylar ile Türk Pazarının ele geçirilmesinin amaçlandığı gözlenmektedir. Zira Doğu Karadeniz insanının günde bir dolara işçi çalıştırılan yılda on sürgün veren bu ülkelerin hemen hemen düz arazilerde ki çaylıkları ile baş etme imkânı bulunmamaktadır. Bunun aksini söyleyenler Rizeli, Trabzonlu, Artvinli, Giresunlu Yaş Çay Üreticilerinin engebeli çaylıklarda ya ayda kırk - elli liraya yarı köle düzeninde işçi çalıştırmasını ya da göç etmesini istemektedirler.

Bunu Türk İnsanının kabul etmesi mümkün değildir.
Ülkemizde bu güne kadar çıkarılan 12 adet Kanunla üretimi sürekli teşvik edilen çay sektöründe resmi rakamlara göre 767.000 dekarlık bir alanda ikiyüzdörtbin civarında müstahsil üretim yapmakta ve aralarında esnaf ve sanatkârların da bulunduğu bir milyonu aşkın Türk İnsanı geçimini çaydan sağlamaktadır. Burada üzerinde durulması gereken en önemli husus bugün çay bitkisinin ekili olduğu arazilerin yapısı nedeniyle başka bir ürün yetiştiriciliğine imkân vermemesidir. Çay ülkemizin çok önemli bir tarımsal zenginliği, başta Rize olmak üzere yörenin vazgeçilmez değeri ve alternatifsiz ekmek teknesidir.

Ülkemizde çay pazarının yılda bir buçuk milyar ABD Dolarını aştığı tahmin edilmektedir. İrlanda’dan sonra dünyada en fazla çay ülkemizde içilmekte ve yapılan araştırmalara göre Türkiye’de 100 kişiden 96’sı her gün çay içmekte, yıllık kişi başı çay tüketimi 2,80 kg düzeyine ulaşmaktadır. İrlanda’da ise bu rakam yıllık kişi başı 3,00 kg’ dır. Kabaca bir hesapla Türkiye’nin yıllık kuru çay talebi 210.000 – 230.000 Ton civarındadır ve bu tüketimde nüfus dikkate alındığında dünya şampiyonluğu anlamına gelmektedir. Tüketimin bu oranda yüksek bir düzeyde bulunduğu ülkemizde çay üreticisinin sıkıntıya düşürülmesi, sistemin tıkanması hayrete şayandır.

Diğer yandan girdilerin sürekli arttığı, sorunların çoğaldığı ortamda gerekli tedbirler alınmayarak, sağlıklı, üreticiyi destekleyici çözüm yolları aranmayarak çay kaderine terk edilmek istenmekte, üretici gittikçe fakirleştirilmektedir. Önceleri 1 Kg yaş çay bedeli karşılığında 1 Kg zeytin alınırken bugün bu hayal olmuştur. Destekleme ile beraber 2009 yılı için en az 1,20 TL olması gereken yaş çay Kg fiyatı 90,5 Kuruş olarak açıklanmış, 2008 yılı desteklemelerinden kesinti yapılarak çay müstahsillerinin cebinden paraları çalınmıştır. Çay üreticilerinin düşürüldüğü durumu aslında Rizeli Başbakan Sayın Tayyip Erdoğan’ın şu açıklamaları ortaya koymaktadır;

2002 Yılında Rize’de yaptığı bir konuşmada Başbakan yaş çay fiyatının asgari 75 Kuruş olması gerektiğini söylemiş, ama hükümeti yaş çaya bu fiyatı ancak bu açıklamadan yedi yıl sonra vermiştir.

1984 yılında herhangi bir düzenleme ve standardizasyon getirilmeden başıbozuk şekilde özel sektöre açılan kuru çay üretiminde kurulan 300’ü aşkın fabrikanın yarıdan fazlası kapanmış, ödenmeyen yaş çay bedelleri ya da düşük fiyat politikası ile müstahsil mağdur edilmiş, sektör yara almıştır. Özel sektörün bu başarısızlığı içerisinde ÇAYKUR üreticinin teminatı olmuş ve çay sektöründe güveni sağlayarak çok önemli bir sosyal görevi üstlenmiş bulunmaktadır.

Yılda yaklaşık 600.000 Ton yaş çay alımı ve ortalama 120.000 Ton civarında kuru çay üretimi ile Çay üreticisinin tamamına, 15.000 çalışanına, yörede ki 5.000 nakliyeciye, esnaf ve sanatkâra yılda doğrudan yaklaşık bir milyar liralık kaynak sağlayan kurumun ortadan kaldırılması, bölgeyi önemli bir ekonomik ve sosyal risk altına sokacaktır. Dünyanın her yerinde, bir bölge ekonomisini ayakta tutan, önemli sosyal görevler üstlenen stratejik kurumları etkileyecek karar ve politikalar oluşturulurken çok dikkatli hareket edilir. Bu sebeple ÇAYKUR ile ilgili bölgede atılacak her adım hayati derecede önem taşımaktadır. Rehabilite edilmiş, ekonomiksel açıdan sağlıklı yapıya kavuşturulmuş, Kamu İktisadi Kurumuna çevrilmiş bir ÇAYKUR Doğu Karadeniz için elzem ve vazgeçilmezdir. Kaybı halinde ülke çaycılığı çökecek, Türk Çay Pazarı uluslararası şirketlerin ve ithal çayın eline geçecek, yılda bir milyar Dolardan fazla bir tutar dışarı akacaktır.

Bu bağlamda ülkemizin bu vazgeçilmez değerinin muhafazası gerekmekte ve bir milyonu aşkın Türk İnsanının geçim kaynağının kurtuluşu için Milliyetçi Hareket Partisince şu çözüm önerileri getirilmektedir;

1) Her şeyden önce başta emtia borsası ve üst kurul aldatmacaları ile ÇAYKUR’un önce pazarlamasını sonra da kendisini ortadan kaldırmayı amaçlayan, Türk Pazarını ithal çaya açacak, Rize İnsanını Sri Lanka, Vietnam benzeri bir yarı köle düzenine yada topraklarını terke mahkum edecek Kanun Tasarıları geri çekilmelidir. Yerine Türk Çayını teminat altına alacak Kanuni düzenleme çalışmalarına biran evvel başlanmalıdır.

2) ÇAYKUR’a ivedilikle TMO (Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü) eşdeğeri bir statü kazandırılarak AKP Hükümetince dahil edildiği özelleştirme planları kapsamından çıkarılmalı, rehabilitasyonu ve ekonomiksel işlevi için gerekli tedbirler alınmalıdır.

3) Yörenin zenginliklerinin yöre insanı ve yöre çaycılığı için kullanılması amacı ile doğayı tahrip etmeyecek bir programın geliştirilmesinden, başıbozuk ortamda ulufe gibi dağıtılan lisansların disipline edilerek sınırlanmasından sonra gerekli enerji ihtiyacını sağlayacak kurulu güce sahip Hidro Elektrik Santralleri ÇAYKUR’un hizmetine verilmeli, ayrıca kuru çay imalatının ısıtma gereksiniminin bu HES kaynaklı elektrik enerjisi imkânından sağlanmasının yolları araştırılmalıdır. Ayrıca efektif bir alternatif olarak ucuz doğalgaz ile ekonomik ve çevre dostu buhar enerjisi elde edilmesi olanakları gözden geçirilmelidir. Böylelikle ÇAYKUR’un giderlerinde önemli bir tasarruf sağlanacak, sistem hazine desteği gerektiren görev zararı bakımından rahatlatılabilecektir.

Görev Zararı – HES Kuruluş Maliyeti arasında yapılacak karşılaştırmalı bir gider analizinin çözüme ışık tutacağı düşünülmektedir. Bu arada başta fuel-oil ve kömür olmak üzere sektörde şu an kullanılan yakıt türleri çevreye zarar vermekte, eşsiz doğa güzelliklerini tahrip etmekte, zararlı atıklar ve hava kirlenmesi kimyasal madde katkısı içermemesi sebebi ile tercih edilen Türk Çayını olumsuz etkilemektedir.

4) Çay Sektörüne bilimsel çalışmalar ve ARGE faaliyetleri ile destek verecek, çayın üretiminde gerekli her türlü analiz, kalite ve standardizasyon düzenlemelerini sağlayacak, ihtiyaç duyulan akademik personel ve uzmanların yetiştirileceği bağımsız bir ihtisas enstitüsü Rize Üniversitesi bünyesinde gerekli altyapı, bütçe imkanları ve donanım ile kurulmalı, devletin resmi raporlarında bile yetersiz olarak nitelenen ÇAYKUR Araştırma Enstitüsü ile Tarım Daire Başkanlığı üniversitenin bu birimine devir edilmelidir. Ayrıca MHP tarafından yapılmakta olan stratejik tarımsal ürünlerimizi teminat altına alacak ve bunları AB, Dünya Ticaret Örgütü veya benzeri kaynaklı uluslararası müdahaleler karşısında teminat altına alacak “Milli Ürün” çalışmasına destek verilmelidir.

5) Özel sektöre disiplin ve etkin denetim getirecek yönetmelik çalışmalarına başlanmalı ve müstahsili koruyucu tedbirler alınmalıdır.

6) ÇAYKUR bünyesinde bulunan üretici kayıt sistemi için modern çözümler geliştirilmeli, çaylık alanların yeniden sağlıklı tespiti ve üretici veri tabanı için bilimsel çalışmalar yapılmalıdır.


7) Türk çaycılığını geliştirecek gerçekçi taban fiyat ve destekleme prim uygulamasına geçilmeli, Üniversite İhtisas Enstitüsünün de desteği ile kaliteyi artırıcı tedbirler alınarak yüksek kaliteye yüksek fiyat getiren kademeli destekleme primi uygulamasına geçilmeli, 2010 yılı için destekleme primi ile birlikte yaş çay taban kilogram fiyatı asgari 1,25 TL olarak açıklanmalıdır.

8) Ömrünü hemen hemen doldurmuş yaşlı çaylık alanlarının bizzat Devlet Planlama Teşkilatınca hazırlanmış çelik klonlama yöntemini ile yenilenmesine başlanmasını öngören projeler bilimsel araştırma destekli olarak ivedilikle uygulanmaya konulmalı, üreticilerin de iştiraki sağlanacak bir finansman modeli geliştirilmeli, gerekli kaynak tahsisatı yapılmalıdır.
9) Kaçak çayla etkin mücadele edilmeli ve caydırıcı cezalar getirilmelidir.

10) Çay dâhilde işleme rejimi kapsamından çıkarılmalı, serbest bölgelerde çay ile ilgili caydırıcı ve önleyici düzenlemeler getirilmelidir.


11) 2006 Yılında AKP Hükümetince başlatılan yakalanan kaçak çayların açık artırma ile satılmasından ivedilikle vazgeçilmeli bunun yerine bunların örneğin Askeri Birlikler veya Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumuna hibe edilmesi uygulaması getirilmelidir.


12) Dünya Ticaret Örgütüne AKP Hükümetince verilen çayın gümrük vergisinin %145’den kademeli olarak indirilmesi taahhüdünden vazgeçilmeli, Türk Çayına Hindistan Örneğinde olduğu gibi sürekli ve ithalatı caydırıcı bir koruma getirilmelidir.
Milliyetçi Hareket Partisi TBMM Gurubu Ülkemizin bu değerinin muhafazasına ve Türk Çiftçisinin sorunun çözümüne yönelik olarak Meclis Başkanlığına Kanun Teklifi ve Meclis Araştırma önergesi sunmaktadır.Göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ediyor hepinizi saygıyla selamlıyoruz.

7 Mart 2010 Pazar

Basın Açıklaması-07.03.2010







Bilindiği gibi maalesef 04.-07.Mart tarihlerinde Ankara’da “Çayın Başkenti Başkentte” sloganı ile düzenlenen Rize Tanıtma günlerinde ithal çay rezaleti yaşanmıştır.

AKP Zihniyetinin Mensupları ve Rize Çayına Suikast Planı niteliğinde ki Tasarının Mimarları stantlarında ya doğrudan üzerlerinde Ceylon (Sri Lanka) yazan ithal çayları veya harmanları sergilemişlerdir. Rize Çayı için düzenlenen bu tanıtım günlerinde aslında Çay Kanunu tasarısını hazırlayanlar tarafından neyin amaçlandığı açıkça ortaya konulmaktadır. Harmanlanmış çayları ile damak tadımız değiştirilecek ve daha sonra Rize Çayının ortadan kaldırılması ile ucuz katkılı ithal çaylarla pazar istila edilerek ve tatlı kar elde edilecektir.

Resimlerde görünen bütün çaylar ithal çay ile harmanlıdır, doğrudan üzerinde yazmayanlarının açıklamalarında sanki ithal çay katkısı ile Rize Çayın tadının ve kalitesinin artırıldığı sahte imajı ile “damak zevkiniz için Sri Lanka, Assam (Hint) ve Kenya Çayları ile harmanlanmıştır” ifadesi yer almaktadır. Bununla amaçlanan açık edilmekte, Rize Günlerinde bile büyük bir gözü karalık içerisinde ithal çay veya harmanları sergilenerek hedefin ne olduğu ortaya konmaktadır.

Diğer taraftan çoğunlukla paketlerin üzerinde hiçbir açıklama yer almamasına karşın, kimsenin okumadığı minik harfli ambalaj altı bilgi notlarında ithal çay ile harmanlama yapıldığı yazmaktadır. Bunun Rizeliyi ve %100 Doğal Rize Çayı içmek isteyen tüketiciyi aldatmaya yönelik olduğu açıktır.

ÇAYKUR veya Tarım Bakanlığı tarafından ivedilikle tedbir alınmalı ve paketlerin üzerlerinde sadece küçücük harflerle yazılan Sri Lanka, Hint ve Kenya Çayı ile harmanlanma açıklamalarının sigara paketleri örneğinde olduğu gibi uyarıcı nitelikle ve büyük yazılmaları zorunluluğu hale getirilmeli ve bu ithal çayların ihtiva ettikleri kimyasal maddelerin muhteviyatına işaret edilmelidir. Bu şekilde Türk Tüketicisi korunmalı, insanımız Rize Çayı diye içirilen bu katkılı karışımlara karşı uyarılmalıdır.


Saygılarımla,
O. Cem Kazmaz